Chapter 14/15: Nous n’avons fait qu’obéir aux ordres

“Bugün biliyorum ki itaate adanmış böylesi bir hayat, çok rahat bir hayattır. Her türlü entelektüel ve yaratıcı faaliyeti asgariye indirir.”

“Emre itaat benim için her şeyden önemliydi. Bu belki de Alman insanının hamurunda olan bir şey.”

Otto Adolf Eichmann, Küdüs — 1962

Savaş Mahkemesi

İkinci Dünya Savaşı sona erince Alman şehri Nürnberg'de ağır ceza yargılamaları yapıldı. Nasyonal Sosyalist Partinin 30'lu yıllarda en parlak başarılarını kazandığı bu şehir bilinçli olarak seçilmişti. Ayrıca meşhur ırkçı kanunlar 1935'te Nürnberg'de çıkarılmıştı. İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi rejimine önderlik etmiş 22 ismin yargılanması, en fazla yankı uyandıran dava oldu. Duruşmalar 20 Kasım 1945'ten hükümlerin açıklandığı 1 Ekim 1946'ya kadar devam etti. Nürnberg Mahkemesi günümüzde milletlerarası ceza hukukunun doğum yeri olarak görülmekte.

Eichmann 1961'de Kudüs'te hakim karşısına çıktı. Sadece kendisine verilen emirleri yerine getirdiği iddiası, savunmasının temelini oluşturdu. Emirleri sorgulamadan yerine getirdiğini söylüyordu. Bundan ilham alan filozof Hanna Arendt, meşhur kötülüğün sıradanlığı konseptini geliştirecekti. Buna göre kötülük bir canavarın içinde değil; önemsiz, silik bir görevlinin içinde ete kemiğe bürüyordu. Canavarlaşan insanın "senin benim gibi normal biri" olduğu fikrine tahammül edemeyen pek çokları Arendt'e itiraz edecekti.

Sanık sandalyesindeki Nazi savaş suçluları, Nürnberg, Almanya, 1945

İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar

"İnsanlığa karşı işlenen suçlar" kavramı İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana milletlerarası siyasette çok önemli bir rol oynadı. Askeri müdahalelere ve barış güçlerine gerekçe teşkil etti, belli devlet başkanlarına karşı açılan davalarda argüman olarak kullanıldı, Uluslararası Mahkeme gibi yeni kurumlar kurulmasını sağladı ve çok sayıda STÖ'nün varlık sebebi oldu. Bu kavram çoğu zaman insan hakları kavramıyla ilişkilendirilmekte. Halbuki iki kavramın da kendine has birer tarihçesi var. İnsan hakları söyleminin köklerini bulmak için Aydınlanma Çağı ile Amerikan ve Fransız İhtilallerine kadar gerilere gitmek gerekiyor. "İnsanlığa karşı işlenen suçlar" kavramının tarihiyse çok daha yeni. Nazilerin suçlarını tanımlamak ve bunları hukuki bir çerçeveye oturtmak için terim bu şekliyle ilk defa Nürnberg Milletlerarası Askeri Mahkemesinde (1945-49) kullanıldı.

"İnsanlığa karşı işlenen suçlar" kavramı son 20-30 yılda dünya siyasetini ve o alanda yapılan nefis muhasebelerini o kadar etkiledi ki hukuki boyutun bile ötesine taştı. Latin Amerika ve Güney Afrika'da hakikati araştırma ve uzlaşma kurulları gibi yeni kurumların ortaya çıkması, bu kavramın hukuk çerçevesini nasıl aştığının göstergesi. 70'lerin başından beri çeşitli devletler, demokratik bir hukuk sistemine geçmeyi denedi. Yıkımlar yaşamış bu toplumların sormak zorunda kaldığı en hayati sorulardan biri, yıllarca devam etmiş şiddetli çatışmaların ardından farklı grupların barış içinde bir arada yaşamasının nasıl sağlanacağı. Çeşitli örnekler, yaptırım uygulamaya alternatif teşkil eden üçüncü bir yolun mevcut olduğunu gösteriyor. Gerçi o zaman da, mağdurlar açısından adaletin yerini bulmuş olup olmayacağı sorusu zihinlerde beliriyor. Bu evrimlerin diğer bir neticesi, "küresel çaptaki bir tiyatroda tövbe ve af dileme sahneleri" (Jacques Derrida): Bu ritüel uyarınca dünya liderleri ile siyasi ve dini topluluklar tarih boyunca "insanlığa karşı işlenmiş suçlardan dolayı" tövbe etmeli. Dolayısıyla insanlık kendini hem suçlayıp hem affetmeli.