Chapter 12/15: Yahudiler gettolarda toplanmalı.

“Yahudiler elden geldiğince, nüfusunun çoğunluğu Yahudi olan şehirlerde veya büyük şehirlerin böyle bölgelerinde toplanmalı. Gettolar oluşturulmalı ve Yahudilerin buraları terk etmesi yasaklanmalı. Gettolara ancak nüfusun geri kalanından artan ihtiyaç fazlası gıda ürünleri verilmeli. Asgari miktardan fazlası katiyen verilmemeli. Aynı kural başka mamuller için de geçerli olmalı.”

Hinrich Lohse — 1941

Getto

Yahudilerin kovulmasına dair resmi karar alınır alınmaz Yahudi cemaati Alman nüfustan fiziksel olarak ayrılıp gettolara yerleştirildi. Toplum bünyesindeki ayrışmada yeni bir evre söz konusuydu. Normal temasın imkânsız kılınmasıyla klişeler ve önyargılar kuvvetlendi. Yahudiler izole edilmekle kalmayıp ayrımcılığa da maruz kalmış oluyordu. Hayatlarını idame ettirecek kadar gıda maddesi bulamıyorlardı. Hayat şartları içler acısıydı.

İzolasyon ve Marjinalleştirme

1179'da 3. Lateran Konsili'nde ortaya konan bir kanun, Yahudilerle Hristiyanların aynı yerde yaşamasını yasaklıyordu. Takip eden yüzyıllarda Portekiz, İspanya, Almanya, İtalya ve Polonya'da gettolar ortaya çıktı. "Getto" terimi, Venedik'teki Ghetto Nuevo mahallesinden geliyordu. Ghetto'nun kökeni de Venedik lehçesinde "cüruf", yani döküm artığı anlamına gelen gheta kelimesiydi. Yahudilerin 1516'dan itibaren oturmaya zorlandıkları bölgede eskiden bir dökümhane vardı. 19. Yüzyılda bu gettolar yavaş yavaş ortadan kalktı. Nazi rejimindeyse bu eski konsept yeni bir yoruma kavuşturuldu. Nazi Almanyası tarafından gettoların oluşturulması 1939'daki Polonya işgaliyle başladı. O günden itibaren gettolar Yahudilerin imhası yolunda bilinçli olarak kullanılan araçlara dönüştü. Gettolar belli bir bölgedeki Yahudilerin bir araya toplandığı noktalar olarak kullanılıyordu ve Yahudi nüfusun kontrol altında tutulmasını kolaylaştırıyordu. Her gettonun Judenrat (Yahudi Konseyi) adı verilen kendi idari birimi vardı. Bunlar işgalciyle iyi ilişkiler yürütmeye çalışıyordu.

Varşova Gettosu'ndaki isyanın bastırılması. Kupiecka Caddesi. Fotoğraf Stroop Raporu'ndan alındı.

Zira gıda, inşaat malzemesi vesaire temininde onlara bağımlıydılar. Getto sınırları içerisinde Yahudiler özerk şekilde örgütleniyordu. Yahudilerin imhası seçeneği devreye sokulduğunda gettolardaki nüfus sistematik olarak toplama kamplarına taşındı. Bazı gettolar, işgalcilerin ekonomisi açısından kendilerini kullanışlı kılarak bu tehcir işlemini mümkün olduğunca geciktirmeye çalıştı. Son tahlilde tek bir getto, içindeki halkın tehcirini önlemeyi başardı. Alman makamları, getto sakinlerine doğudaki başka bölgelere yerleştirilecekleri yalanını söylüyordu. Tehcir edilenler bu yüzden yeni bir hayata başlayacaklarını zannediyorlardı. Fakat Yahudiler kendilerini yeni yarınların değil ölüm kamplarının beklediğini öğrenince bazı gettolar ayaklandı. Bunların en ünlüsü Varşova Gettosu'nda vuku bulan isyandı. Ayaklanmalar şiddetle bastırıldı ve tehcir uygulaması daha da hızlanarak devam etti.

Banksy

Varoşlar, kasabalar, mülteci kampları, duvarlarla çevrili sığınmacı merkezleri, bariyerler...

Getto birçok farklı surete bürünmüş halde varlığını sürdürüyor. İnsan toplulukları daima, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde, birbirinden ayrılmıştır. Güney Afrika'daki Apartheid rejimi, beyazlarla siyahileri farklı yerlerde yaşamaya zorluyordu. İnsanların serbest dolaşımını kısıtlamak amacıyla duvar ve bariyerler inşa edilmekte. Fas'ın kuzeyinde, Avrupa'ya Afrika'dan göçü önlemek için dikilen bir duvar, İspanyol bölgeleri Melilla ile Ceuta'yı Fas topraklarını birbirinden ayırmakta. İsrail, Batı Şeria'da 700 kilometrelik bir duvar inşa etti. Duvara İsrail, İsrail'i destekleyen devletler ve diğer duvar taraftarları "güvenlik bariyeri" ve "ayırıcı bariyer" diyor. Filistinliler, duvara karşı olan devletler ve diğer duvar karşıtlarıysa "Apartheid duvarı" diyorlar. İşte siyasi vizyona göre lisan tercihlerinin nasıl değiştiğini gösteren çarpıcı bir örnek.

İsrail'de toplumları ayıran bariyer
Macaristan ile Hırvatistan arasında örülen duvar, Ekim 2015

İnsan Sefaletinin Kara Delikleri

Küreselleşme süreci, sınırların ortadan kalkması ve akışkanlığın artması dinamikleriyle ilişkilendiriliyor. Fakat küreselleşme bir yandan sınırları ortadan kaldırırken bir yandan da yeni sınırlar yarattı. Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Soğuk Savaş'ın sona ermesi, küreselleşmeye büyük hız kazandırmıştı. Fakat geçtiğimiz 20 yılda yeni duvarlar inşa edildi. Mesela İsrail'le Filistinliler, Amerika'yla Meksika, Avrupa'yla Fas arasında. Sosyolog Manuel Castells'e göre bu "kucak açma / dışlama" davranışı aynı anda birçok seviyede gerçekleşiyor: "Gelişmişlik farklarına şahit oluyoruz. Fakat aralardaki fay hatları artık kuzeyle güneyi değil, dünyanın her yerinde dinamik segment ve bölgelerle artık var olması için sebep kalmamış (en azından sistemin mantığına göre) segmentleri birbirinden ayırıyor. Buna paralel olarak, bir yanda bilişim devriminin etkisiyle muazzam üretim güçlerinin dörtnala kalktığını görüyoruz, diğer yandan küresel ekonomi içerisindeki kara deliklerin daha da iflah olmaz bir hal aldığını. İster Burkina Faso söz konusu olsun, ister Güney Bronx, Kamagasaki, Chiapas veya La Courneuve." Toplumsal dışlanmışlığın hüsran, şiddet ve tahrip suretlerine bürünüp nasıl bumerang gibi dönüp vurduğunu Los Angeles (1992), Paris (2005) ve Londra (2011) ayaklanmaları bize gösterdi. Tabir caizse varoşlar artık şehrin dış mahalleleri değil "dışlanmış mahalleleri" anlamına gelmeye başladı.

Çıplak Hayat

Filozof Lieven De Cauter de kucak açma/dışlama paradigmalarının her seviyede ve kalıcı olarak üretilmesine karşı bizi uyaranlar arasında yer alıyor: "Gerek yasal gerek yasa dışı göçün artıp mülteci sorununun katlanarak büyümesi, biyopolitiğin daha sağlam adımlarla gelmesine sebep olacak. İstenmeyen unsurlara hayvani yaşam formları gözüyle bakıp kucak açma veya dışlama seçeneklerini acımasızca işletecek bir zihniyetten söz ediyorum." De Cauter biyopolitik terimini kullanarak, olağanüstü halin yavaş yavaş olağan hale dönüşmekte olduğunu yazan İtalyan filozof Giorgio Agamben'in eserlerine atıfta bulunyuor. 13 Kasım 2015'te düzenlenen Paris Saldırısı'ndan beri bu gerçek Avrupa'da gayet gözle görülür bir hal aldı. Ülke sınırları, kontrol noktaları, dikenli teller yeniden ortaya çıktı. Agamben'e göre iktidar, egemenlik, temel olarak "çıplak hayat" üstündeki tasarruf hakkı anlamına geliyor, yani yaşatma yahut öldürme yetkisi anlamına. Bu açıdan bakıldığında toplama kampı, modern siyaset alanının yetiştiği fidelik olarak görülüyor. Çünkü kurulmalarının hukuki temeli olağanüstü hale dayandırılmıştı, Alman anayasasının bireyin özgürlükleri ile ilgili maddelerini hükümsüzleştiren bir olağanüstü hale.

Guantanamo Körfezi
Calais, Ocak 2016 © Guillaume Lavit d'Hautefort

Agamben'in benimsediği kışkırtıcı duruşa itirazlar da geldi. Sığınma merkezleri "tohum kapsülünden" ibaret olmayıp aynı zamanda birer "kamp" çünkü. Diğer bir örnek, Guantanamo Bay adındaki Amerikan cezaevi. Burada İslami terörist olduğu varsayılan şahıslar tutuluyor. Haklarında mahkeme kararı yok, hatta resmi suçlama bile yapılmış değil. Mahkûmlar aşağılanıyor, işkence görüyor. Bu yer o kadar özel ve hukuki açıdan statüsü o kadar karışık ki ABD Başkanı Obama halen kapatmayı başarabilmiş değil. "Çıplak insan" kavramının tam karşılığı, bütün medeni ve siyasi hakları elinden alınıp insanlıkla ilişkisi çıplak bir yaşayıştan ibaret kalmış kişi olarak verilebilir. Böyle binlerce "çıplak insan" şehrimizin sokaklarında volta atıyor. Ne kimlikleri var, ne doğru düzgün kanuni güvenceleri. Tutuklanma ve sınır dışı edilme tehlikesi de elbette makbul vatandaşın değil onların uykularını kaçırıyor. Calais'deki mülteci kampının (diğer pek çok örnekte olduğu gibi) içler acısı hali, "çıplak hayat" üretimine verilebilecek diğer bir örnek.